Çeşitli devirlere göre insanların entelektüel hayatına ve devrin umumi efkârına hâkim olan meseleler değişir. Zaman zaman siyasi, içtimai, iktisadi faaliyetlerden biri daha çok ehemmiyet kazanır. Bu mevzudaki düşüncelerin umumi karakteri, her birini kendi müstakil hüviyeti içinde ele alıp, çeşitli cepheleri bulunan hayat realitesini bütünüyle kavrayamamalarıdır. Hayatın kanunlarını, tesiri altında kaldıkları hadiselerden, içtimai, siyasi, felsefi ideolojilerden çıkarmaya çalışan bu görüşler, kendi sahalarına ait cüzi müşahedelerden elde ettikleri neticelerle umumi kanunlar vazedip, bütün hadiseleri bunlarla izah etmek istemişlerdir. Ancak, insanın yapısı gibi kompleks olan hayat-ı içtimaiyyenin kanunları arasındaki hakiki münasebetin ne olduğunu tespit edememişlerdir.
Bunun sonunda da içtimai, siyasi, dini ilmi, felsefi meseleler arasında devamlı bir kopukluk ve sürekli bir tezat hali mevcut olagelmiştir. Sözünü ettiğimiz meselelere, insanı, bütün eşya ve hadiseleri, onlarda cereyan eden kanunları Allah?ın (c.c) yaratması açısından baktığımız zaman, beşeri yapımıza ait değişik ihtiyaçların ifadesi olan bu faaliyetleri koordine imkânı hâsıl olacağı gibi, her hadise için yapacağımız yorumlar da en makul ve en tatminkâr şeklini alırlar. Hayatı bütün müesseseleriyle bir bütün olarak ele alma ve yaşama imkânı doğar. Herşeyin bir?e ircaı demek olan tevhit sayesinde, insanlar arasında da vahdet tecelli eder. Tevhidin umumi prensipleri çerçevesinde en küçük bir adab meselesinden en büyük cemiyet meselesine kadar herşey halledilir. Herkes ve her devre göre değişik izah ve yorumları yapılan mefhumlar izafi olmaktan kurtulup fıtrata dayak hakikatler durumuna geçer. Tevhit, içtimai bir hüviyete bürünüp, cemiyetin pratik hayatına; -mesela iktisadi hayatına- girdiği zaman, iktisadi imkânların sağlandığı izafi üstünlük, ezme ve sömürme vasıtası olmaktan çıkar. Mülkiyetin ferde mi yoksa cemiyete mi ait olduğu meselesinin hükmü kalmaz. Çünkü bu topluluk Allah?ın (c.c) bazı nimetlerini taleb etme durumunda olan insanlar, kendilerine bir takım nimetler verilip de, bunu nimetleri verenin istediği şekilde ve yerde tasarruf etme durumunda olanlar vardır. Servet, imtiyaz tevlid etmez. Çünkü hakikatte bütün mülk tamamen yabancıya aittir. Tevhit cemiyetin siyasi hayatına aksettiği zaman insanlardan bazılarının diğerlerine, sınıf veya zümrelerin cemiyete tahakkümü söz konusu olamaz. Herkes Allah?ın kulu ve mahlûku olması itibariyle bütün insanlar ?bir tarağın dişleri gibi? eşit olurlar. Üstünlük ancak faziletledir. Dünyevi realiteler bakımından bazı kategorilerin bulunması (idareci ? idare edilen gibi) üstünlük ve tahakküm vesilesi olamaz. Zira herkes ve herşeye şamil olan hâkimiyet yalnız herşeyin yaratıcısının ve sahibinindir. Ahlaki hayat tevhid anlayışıyla istikrar bulur. Cemiyetin kıyam ve bekası için zaruri olan değerler sistemi, tabiatta cari olan kanunlar kadar sabit kalır. Kişilere ve devirlere göre değişmekten kurtularak, fertler arasında birleştirici, sulh-u umumiyi temin edici rolünü her zaman ifa eder. Bu cemiyette hiçbir ihtirasın, ferd veya cemiyet aleyhine gelişmesine müsaade edilmediği gibi hiçbir meşru ihtiyacın tatminine de mani olunamaz. Her mesele bu söylediklerimize kıyas edilirse anlaşılır ki; bu cemiyette içtimai salahi ihlal eden halat hakika değil arızi, dâhili değil haricidir. Ancak bu cemiyetin diğer bütün cemiyetlerden en önemli bir farkı şudur ki, bahsettiğimiz keyfiyet, kişilerin inanmış olmalarıyla, yani tevhid inancına olan bağlılıklarıyla tahakkuk edecektir. Bazı sahalarda kaydedilen ilerlemeler ve kazanılan imkânlar olsa bile, bu imkânları kullanacak ölçü olmadığı için, insanlığın yozlaşmasından başka netice alınmayacaktır.
Bunun sonunda da içtimai, siyasi, dini ilmi, felsefi meseleler arasında devamlı bir kopukluk ve sürekli bir tezat hali mevcut olagelmiştir. Sözünü ettiğimiz meselelere, insanı, bütün eşya ve hadiseleri, onlarda cereyan eden kanunları Allah?ın (c.c) yaratması açısından baktığımız zaman, beşeri yapımıza ait değişik ihtiyaçların ifadesi olan bu faaliyetleri koordine imkânı hâsıl olacağı gibi, her hadise için yapacağımız yorumlar da en makul ve en tatminkâr şeklini alırlar. Hayatı bütün müesseseleriyle bir bütün olarak ele alma ve yaşama imkânı doğar. Herşeyin bir?e ircaı demek olan tevhit sayesinde, insanlar arasında da vahdet tecelli eder. Tevhidin umumi prensipleri çerçevesinde en küçük bir adab meselesinden en büyük cemiyet meselesine kadar herşey halledilir. Herkes ve her devre göre değişik izah ve yorumları yapılan mefhumlar izafi olmaktan kurtulup fıtrata dayak hakikatler durumuna geçer. Tevhit, içtimai bir hüviyete bürünüp, cemiyetin pratik hayatına; -mesela iktisadi hayatına- girdiği zaman, iktisadi imkânların sağlandığı izafi üstünlük, ezme ve sömürme vasıtası olmaktan çıkar. Mülkiyetin ferde mi yoksa cemiyete mi ait olduğu meselesinin hükmü kalmaz. Çünkü bu topluluk Allah?ın (c.c) bazı nimetlerini taleb etme durumunda olan insanlar, kendilerine bir takım nimetler verilip de, bunu nimetleri verenin istediği şekilde ve yerde tasarruf etme durumunda olanlar vardır. Servet, imtiyaz tevlid etmez. Çünkü hakikatte bütün mülk tamamen yabancıya aittir. Tevhit cemiyetin siyasi hayatına aksettiği zaman insanlardan bazılarının diğerlerine, sınıf veya zümrelerin cemiyete tahakkümü söz konusu olamaz. Herkes Allah?ın kulu ve mahlûku olması itibariyle bütün insanlar ?bir tarağın dişleri gibi? eşit olurlar. Üstünlük ancak faziletledir. Dünyevi realiteler bakımından bazı kategorilerin bulunması (idareci ? idare edilen gibi) üstünlük ve tahakküm vesilesi olamaz. Zira herkes ve herşeye şamil olan hâkimiyet yalnız herşeyin yaratıcısının ve sahibinindir. Ahlaki hayat tevhid anlayışıyla istikrar bulur. Cemiyetin kıyam ve bekası için zaruri olan değerler sistemi, tabiatta cari olan kanunlar kadar sabit kalır. Kişilere ve devirlere göre değişmekten kurtularak, fertler arasında birleştirici, sulh-u umumiyi temin edici rolünü her zaman ifa eder. Bu cemiyette hiçbir ihtirasın, ferd veya cemiyet aleyhine gelişmesine müsaade edilmediği gibi hiçbir meşru ihtiyacın tatminine de mani olunamaz. Her mesele bu söylediklerimize kıyas edilirse anlaşılır ki; bu cemiyette içtimai salahi ihlal eden halat hakika değil arızi, dâhili değil haricidir. Ancak bu cemiyetin diğer bütün cemiyetlerden en önemli bir farkı şudur ki, bahsettiğimiz keyfiyet, kişilerin inanmış olmalarıyla, yani tevhid inancına olan bağlılıklarıyla tahakkuk edecektir. Bazı sahalarda kaydedilen ilerlemeler ve kazanılan imkânlar olsa bile, bu imkânları kullanacak ölçü olmadığı için, insanlığın yozlaşmasından başka netice alınmayacaktır.