PUNK TARİHİ
Eli kolu bağlı oturmak ve şikayet etmek yerine "kendin yap" sloganıyla kapitalist sistemin yüzüne tüküren Punk`ların müziklerini dinledin simdi de okuyabilirsin… Yirmi yılını dolduran "Punk" ne kadar mezara yollanmaya çalışılsa da felsefesinin ilkelerini geliştirerek büyümüş pek çok yeni akımın doğmasına neden olmuştur. Yirmi yıllık Punk tarihini değerlendirdiği Punk Felsefesi kitabında Craig O`Hara hareketin içinden biri olarak bize bu süreç boyunca ortaya çıkan Punk`ın bugünkü halini anlatıyor. Ana akım medyanın Punk`ı nasıl yalan yanlış yansıtarak hareketi yok etmeye çalıştığını dazlaklarla Punk`ların birbirlerine koşut gelişimlerini ve ayrılıklarını Punk`a özgü bir iletişim ağı oluşturan fanzinleri hareketin siyasi duruşunu belirleyen anarşizmi Punk`ın cinsellik ve toplumsal cinsiyet meselelerine karşı tavrını çevre sorunlarına yaklaşımlarını ve "kendin yap" etiğini ele alan bu kitap gürültünün ötesinde neler olup bittiğini öğrenmek isteyenlere önerilir.
VAR OLAN SİSTEMLERE BİR ALTERNATİF.
NEDİR VE NEDEN DÜNYANIN HER YERİNDEKİ PUNK’LAR TARAFINDAN BENİMSENİYOR.
“SATIN ALINMIŞ” POLİTİKACILARIN BAŞARISIZLIĞI BU VAMPİRLER OLMAZSA HEPİMİZ DAHA İYİ DURUMDA OLACAĞIZ FİKRİNE AÇIK OLAN BİR KARŞIT KÜLTÜRÜN OLUŞMASINI SAĞLAMIŞTIR.
“Her tür devlet gereksizdir ve istenilmez. Devlet topluluğun kendi kendine sağlayamayacağı herhangi bir hizmet sağlamaz. Kimsenin bize neler yapacağımızı söylemesine hayatımızı nasıl idare edeceğimizi emretmesine ihtiyacımız yok; kimsenin vergiler kurallar ve kanunlarla bizi taciz etmesine ve emeğimizi sömürerek şatafatlı yaşamlarını sürdürmesine ihtiyacımız yok” (Anarşist Gençler Federasyonu - Anarchist Youth Federation [AYF] Profane Existence Sayı: 5 Ağustos 1990 s. 38).
İş siyasi ideolojiyi seçmeye gelince Punk’ların büyük çoğunluğu anarşizmi tercih ediyorlar. Kapitalizm veya komünizmin herhangi bir türünün devam etmesini destekleyen neredeyse hiç yok. Bu bütün Punk’ların Anarşizm’in tarihi ve kuramı hakkında çok okudukları anlamına gelmez fakat çoğu Anarşizm’in resmi devletin veya hükümdarların olmaması bireysel özgürlük ve sorumluluğa değer verilmesi ilkeleri çerçevesinde oluşturulan bir inancı paylaşıyorlardır (kim paylaşmaz ki). Minneapolis’den çıkan fanzin Profane Existence Kuzey Amerika’daki en büyük anarşist fanzindir ve içerdiği müzik ve politik bilgiler anarşist bakış açısından aktarılmaktadır. Daha entelektüel/aktivist eğilimli okurlara hitap eden ve Punk hareketinin müzik tarafını safdışı bırakarak salt politik formatı benimseyen başka değerli birçok fanzin de vardır. Avrupa camiasının Kuzey Amerika’daki akranlarından daha fazla anarşist fanzin ve müzik üretmesinin sonucu olarak Avrupalı Punk’lar tarihsel olarak daha politik olmuşlardır. Bu fanzinlerin yaratıcıları ve editörleri görünür bir biçimde politik eğilimi olan ikinci dalga Avrupa Punk’ından (1980-1984) etkilendiler. Örneğin Birleşik Krallık’taki Crass Conflict ve Discharge; Hollanda’daki The Ex ve BGK ile ABD’deki MDC ve Dead Kennedys müzik grupları birçok Punk’ı sırf Rock’N’Roll’cu olmaktan çıkararak asi düşünürlere dönüştürdüler. Bu müzik gruplarının ideolojileri Punk müziğinin yelpazesinin her yerinde her tür müzik çalan birçok grup tarafından sürdürülüyor.
Şikago’daki Los Crudos’un hararetli politik thrash müziği nasıl zulmün yüzüne haykırıyorsa Propaghandi’nin açıkça sınıf bilinci taşıyan şarkıları kulağa hoş gelen ve akılda kalan pop Punk tarzına mükemmelce oturuyor. Bu müzik gruplarının bir sonucu olarak binlerce genç insan kendini “anarşist” olarak nitelendiriyor ve mevcut devlet rejimlerine karşı kin besliyor. “Uygarlık dediğimiz şeyin ilk aşamalarında birkaç insan kendileri adına başka insanları çalıştırarak rahat bir yaşam sürdürebileceklerinin ve onların sırtından zengin olabileceklerinin farkına varmış. Bu insanlar kendilerini kabile reisi şaman kral veya rahip olarak atamak için kurnazlık veya fiziki kuvvet kullanmışlar. Tehdit ve batıl inançlar kullanarak insanları hizaya getirmişler. Ara sıra tebaaları başkaldırırdı ve onlar ya tebaalarının yatışmalarını sağlayabilecek kadar reform bahşederdi ya da yerlerini yeni hükümdarlara devrederlerdi. İşte devletin doğası böyledir” (Felix “Professor Felix’s Very Short History of Anarchism” Profane Existence Sayı: 1 Aralık 1989 s. 13).
Punk’lar dünyanın mevcut sistemlerine kısırdöngü haline gelmiş devrimlerle sonrasında yaşanan baskı ortamlarına karşı bir alternatif olan anarşizme yöneliyor. Devletlerin (veya genel olarak hiyerarşilerin) doğası gereği onların altında yaşayan (veya onlar tarafından etkilenen) insanlar baskı altında tutulur ve sömürülür. Gençlik veya burjuva karşıt-kültürlerden farklı olarak Punk’lar komünizmi ve geleneksel demokratik devletlerin sol kanatlarının yanı sıra kapitalizmi de reddederler. İktidarda olan partilerin uyguladığı reformlar çoğu zaman devletçi (yani resmi devletin sürdürülmesinden yana olan) veya yüzeysel bulunarak kınanır. Reformlar insanları özgürleştirmek için değil onları teskin etmek için yapılır. Komünizme gelince birçok Punk komünist hareketin en azından sözde geçerli olan kadın hakları ve işçi sınıfı desteği konusunda anlaşmaktadır ve kapitalist toplumdan aynı derecede hazzetmemektedirler. Punk topluluğunun birçok üyesi belli başlı konularla ilgili görünüşe göre benzer amaçları olduğu için Spartacist League Devrimci Komünist Parti (Revolutionary Communist Party - RCP) ve başka Marksist/Leninist/Troçkist grupların düzenlediği eylemlere katılmışlardır. Anarşistler ve tarih hakkında okuyan herhangi bir kimse komünizmin gerçeklerinin ideal anarşist devletin amaçlarından uzak olduğunun farkına varır. “Komünist grupların muhalefet yaparken söyledikleri iktidardayken dile getirdiklerinden tamamen farklıdır. Onlar komünizmi kapitalistlerin baskılarına ve zulmüne karşı eşitlik ve adalet adına mücadele eden asil bir hareket olarak gösterirler. Ama gerçek olan sol partilerin doğası gereği otoriter olduklarıdır. Felsefesinin bir parçası olarak bir insanın diğerine hükmetmesini savunan her sistem zulüm olasılığını barındırır. Komünist gruplar halk kitlelerinin özgürleşmesi için değil kendilerinin iktidara gelmesi için mücadele eder. İktidara gelince de iktidarlarını sürdürebilmek için bütün hükümetlerin uyguladığı baskıları onlar da uyguluyor” (Felix ve Rat “Revolt Against Communism” [Komünizme Karşı Başkaldırma] PE Sayı: 2 Şubat 1990 s. 22).
Komünizmin zulmünü gösteren kanıtlar sadece mevcut baskıcı rejimlerden değil anarşistlerin totaliter komünist kuvvetlerin ihanetine uğradıkları ve onlar tarafından ezildikleri 1921 yılında yaşanan Kronstadt Ayaklanması 1918-1921 yılları arasında yaşanan Ukranya Anarşizm Hareketi ve 1936-1939 yıllarının İspanyol İç Savaşı’nda da bulunabilir. Komünist rejimler sonuçları itibariyle tahttan indirilen rejimlerden illa ki farklı olmuyor en azından hükmedilen tebaalarına göre pek bir şey değişmiyor. Devrimlerin amacı basit bir hükümdar değiş tokuşu anlamına gelmemeli. “Bu yüzyılda devrim sadece kapitalist sistemleri devredip yerine eşit derecede ya da daha baskıcı olan kendi sistemlerini devreye sokan komünist örgütlerin profesyonel sınıfı tarafından idare edilen devrim anlamına gelmiştir” (Minnesota müzik grubu Destroy PE Sayı: 1 s. 29).
Bu anlamda devrimler kısırdöngü haline gelmiştir; hoşnutsuz olanların başkaldırmaları ancak başka bir hoşnutsuz sınıfı yaratmaya yarıyor. Komünizm anarşizmin sağladığı özgürlük derecesini sağlamıyor; dolayısıyla güya düşmanı olan kapitalizmden daha çok tercih edilen bir sistem olmamalıdır. Punk hareketi başta sahte demokratik politikaları benimseyen kapitalist ülkelerde oluştu. Bu nedenle kapitalizm ve onun neden olduğu sorunlar politik Punk’ların ilk hedefi olmuştur. Evsizlik sınıfçılık ve işyerinde yaşanan sömürü açgözlülük üzerine kurulan bir sistemin bazı sonuçları olarak görülmektedir. Kapitalist sistem toplumun bazı üyelerinin bolluk içinde yaşamalarını sağlarken bu durum o bolluktan mahrum bırakılan insanların sömürülmesiyle doğrudan ilişkilidir. Bir insanın dürüstçe çalışarak zengin olabilme inancı tekrar tekrar aksi kanıtlarla yıkılmıştır. Eğer bu gerçek olsaydı ben ve ailem dahil olmak üzere alt sınıfın şu anki birçok mensubunun keyifleri tıkırında olurdu. Kapitalist toplumda başarı insanın sahip olduğu para ve mal ölçüsüyle tanımlanır. Bu tanımı kullanarak kendi konumlarından tatmin olan ve fakir duruma düşmekten korkan orta sınıfın “hali vakti”nin herhangi bir radikal değişime direnebilecek kadar “yerinde” olduğunu söleyebiliriz. Gerçek durumunun farkında olması gereken (ki birçoğu bunun farkındadır) gelir düzeyi düşük olanlar bile orta sınıf bolluğundan bir parça koparabilme olasılığı için çalışırlar. İnsanların yiyecek yerine müzik setleri ve televizyonları yağmalamaları daha iyi bir yaşamın daha çok para ve daha çok mal anlamına geldiği konusunda ikna olduklarının bir göstergesidir. Paranın ve belli lükslerin hayatı kolaylaştırdığı şüphesiz doğrudur fakat başarı ve başarısızlığı bu ölçülere tabi tutmak tehlikeli imalar barındırır. “Kapitalizm herkesin kendi kârını azamiye çıkarmaya çalıştığının farz edildiği kuramsal bir modele dayanır. Üstelik insanlar çoğunlukla etraflarındaki her şeyi metaya dönüştürerek bu modele uymuştur” (“New World Order” MRR Sayı: 98 Temmuz 1991).
Çevrenin şu an karşı karşıya kaldığı tehlike ve felaketler bunu aşikâr bir biçimde kanıtlıyor. İktisatçılar yaşanacak kayıpları hesaba katmadan çevresel ürünlerin değerini hesapladıkları zaman gelecek insan kuşakları ve şimdiki bitki ve hayvan türleri için kesin bir felakete yol açmış oluyorlar. Daha uç vakalarda “bu düşünce biçimi insanlar ve insanlar arasındaki çatışmanın bir bütün olarak mal haline geldiği savaş zamanlarında en kritik noktasına ulaşır; öldürmek anlamını yitirir” (a.g.e.). Bu çok önemli bir nokta ve bunu vurgulamak için Orta Doğu’da yaşanan Körfez Savaşı’nı örnek verebiliriz. Kapitalizmin yamyamlık olduğu tekrar tekrar söylenmiştir. Bu ifade genellikle büyük şirket sahipleri veya yöneticilerinin kâr sağlamak isteğiyle nasıl diğer insanları sömürdüğüne işaret ederken kullanılır. Kapitalizm çoğu zaman sanki belli bir grup insanın ıstırabından kuvvet bularak büyüyor gibi görünüyor. Körfez Savaşı sırasında her iki tarafın askerleri kâr kaybını önlemenin yanı sıra işleri çoğaltmak için araç olarak kullanılmışlardır. “Bu savaşla ilgili bazı gerçeklerin doğruluğu tartışılmaz: Yüz binlerce masum insan hayatını kaybetmiş; bir uygarlık yok edilmiştir. Kapitalist Amerika’da ise savaşın ima ettikleri oldukça farklıydı: Bundan kazanılacak çok para vardı” (a.g.e.). Bu savaşın neden yanlış olduğu ve neden meşru olmadığının (sanki herhangi bir savaş meşru olabilirmiş gibi) açıkça ortada olan nedenlerine girmeden önce savaşın bazı ekonomik sonuçlarına bakalım. Birileri Çöl Fırtınası tişörtleri videoları televizyon programları ve tampon çıkartmaları gibisinden ürünlerini satabilmek için ırkçı sloganları ve birçok insanın ölümünü kendi çıkarına kullandı. Kâr kategorisinde en çok “kazananlar” büyük olasılıkla petrol şirketleriydi ve popüler savaş karşıtı slogan “petrol için kan dökülmesin”in yerine “kâr için kan dökülmesin” daha doğru olurdu. ABD için savaşın toplam maliyeti yaklaşık altmış milyar dolar olarak hesaplanmıştır. (Bu rakNe Oldu Ne Oldu Ne Oldu sayılarını tam bilemediğimiz yaşamlarını yitiren müttefik askerlerini içermediği gibi Irak’ın kayıplarını hiçbir şekilde hesaba katmıyor). Eğer bu rakamın doğru olduğunu kabul edersek -ki bu ahlaki bir suç sayılır aslında- Amerika’nın bu savaştan elde ettiği kâra dair daha fazla bilgiye ulaşırız. “Müttefiklerin şimdiye kadar 57 milyar dolarlık katkısı olmuştur savaşa; buna Suudi Arabistan’la Kuveyt’in yeni silah satışları için yaptıkları 18 milyar dolarlık peşin ödeme eklenince ABD hükümeti için bu savaşın sonuçta gayet kârlı bir girişim olduğu ortaya çıkıyor” (a.g.e.). Sadece hükümet değil Irak’ı yeniden yapılandıracak büyük inşaat şirketleri de iyi mangır biriktirecekti. Ne kadar çok hasar varsa o kadar yeniden yapılandırma vardır dolayısıyla o kadar da kâr var demektir. Savaştan kâr sağlamak sapıkça bir şey gibi gelebilir insana ama gerçekleşen aynen budur. Birilerinin ekonomiyi ve kişisel kârları iyileştirmek işsizlik oranını düşürmek ve vatanseverlik hararetini artırmak için beyan edilen bir askeri hedefin aldatıcı görünüşünün arkasında gizlenerek bir savaş çıkarmayı arzulayacağına inanmak çok mu gerçek dışı? “Böylesi fenomenleri açıklamak için bazıları ayrıntılarla bezenmiş komplo teorileri türetirlerdi fakat bize göre bu tür teorilere ihtiyaç yoktur. Gerçek ise hilekâr düzenin esas yüzünü ortaya koyuyor: Savaştan kâr elde etmek her şeyi sahip olduğu tek değeri olan ‘serbest piyasa’ tarafından belirlenen bir mala dönüştüren kapitalist sistemde rasyonel bir eylemdir” (a.g.e.). Dolayısıyla kapitalizm sermaye elde etmek için insanları insanlıktan çıkarmak ve onları (ve belki de hayvanları/doğal çevreyi) sömürmekle temellendirildiği sürece anarşistler tarafından kabul edilemez. Anarşistlerin kapitalizmi ve sahte demokratik devleti reddetmeleri için daha çok neden var. Bunların bazılarına daha sonra değineceğiz. Anarşist Punk’lar demokrasinin radikal liberal veya aşırı solcu olarak tanımlanan kesimleriyle örtüşen birçok inanca sahip görünüyorlar. Kadın ve eşcinsel haklarının ve ırklar arası eşitliğin savunulması hem liberallerin hem de anarşistlerin bir şekilde resmen kabul ettiği ilkelerdir. Ancak bu benzerlikler anarşistlerin Sol’u Sağ’ı kınadıkları kadar (bazen de daha fazla) kınamalarına engel olmuyor. “Anarşistlerin solcu gruplarla koalisyon oluşturabilmeleri ve onlarla birlikte çalışabilmeleri biraz tuhaf görünüyor. Gerçekte anarşizm sağcı gruplara karşı olduğu kadar sol politikalarına da muhafet ediyor” (Felix ve Rat PE Sayı: 2).
Yine Körfez Savaşı Sol ile anarşistlerin arasındaki farklıkları örnekliyor. Sol’un protesto gösterileri ve direnme çabaları aslında “radikal eşitçiliği destekleyen ilkesel bir tutumu benimsemeye” gönülsüz olduklarını gösterdi (“New World Order” MRR Sayı: 99 Ağustos 1991).
Genel olarak anarşistlerin Sol’a dair görüşü Sol’un “Devlet’e doğrudan karşı durmasını gerektirecek” herhangi bir şeyden uzak durduğudur (a.g.e.). Ben şahsen Washington D.C.’deki en büyük protestoya katıldım ve bu deneyimden yola çıkarak anarşistlerin bu iddiasını doğrulayabilirim. Protesto gösterisi kendilerini pazarlamak için ellerinden geleni yapan ve mallarını satmaya çalışan birkaç liberal grup tarafından düzenlendi. “Hareketin liderleri göstericileri slogancılara uymaya ve zincirleri kırma riskine girmektense ‘medeni insanlar gibi’ onları şakırdatmaya çağırdılar. Yürüyüşçülere kaldırımda yürümeleri ve medya için görgü kurallarına göre davranmaları emredildi; kendiliğinden gelişen yaratıcı muhalif hareketlerde bulunmalarından vazgeçirilmeye çalışıldı. Farklı görüşleri savunanlar için de herkese haddini bildiren ‘barış gözlemcileri’ görev başındaydı”
Eli kolu bağlı oturmak ve şikayet etmek yerine "kendin yap" sloganıyla kapitalist sistemin yüzüne tüküren Punk`ların müziklerini dinledin simdi de okuyabilirsin… Yirmi yılını dolduran "Punk" ne kadar mezara yollanmaya çalışılsa da felsefesinin ilkelerini geliştirerek büyümüş pek çok yeni akımın doğmasına neden olmuştur. Yirmi yıllık Punk tarihini değerlendirdiği Punk Felsefesi kitabında Craig O`Hara hareketin içinden biri olarak bize bu süreç boyunca ortaya çıkan Punk`ın bugünkü halini anlatıyor. Ana akım medyanın Punk`ı nasıl yalan yanlış yansıtarak hareketi yok etmeye çalıştığını dazlaklarla Punk`ların birbirlerine koşut gelişimlerini ve ayrılıklarını Punk`a özgü bir iletişim ağı oluşturan fanzinleri hareketin siyasi duruşunu belirleyen anarşizmi Punk`ın cinsellik ve toplumsal cinsiyet meselelerine karşı tavrını çevre sorunlarına yaklaşımlarını ve "kendin yap" etiğini ele alan bu kitap gürültünün ötesinde neler olup bittiğini öğrenmek isteyenlere önerilir.
VAR OLAN SİSTEMLERE BİR ALTERNATİF.
NEDİR VE NEDEN DÜNYANIN HER YERİNDEKİ PUNK’LAR TARAFINDAN BENİMSENİYOR.
“SATIN ALINMIŞ” POLİTİKACILARIN BAŞARISIZLIĞI BU VAMPİRLER OLMAZSA HEPİMİZ DAHA İYİ DURUMDA OLACAĞIZ FİKRİNE AÇIK OLAN BİR KARŞIT KÜLTÜRÜN OLUŞMASINI SAĞLAMIŞTIR.
“Her tür devlet gereksizdir ve istenilmez. Devlet topluluğun kendi kendine sağlayamayacağı herhangi bir hizmet sağlamaz. Kimsenin bize neler yapacağımızı söylemesine hayatımızı nasıl idare edeceğimizi emretmesine ihtiyacımız yok; kimsenin vergiler kurallar ve kanunlarla bizi taciz etmesine ve emeğimizi sömürerek şatafatlı yaşamlarını sürdürmesine ihtiyacımız yok” (Anarşist Gençler Federasyonu - Anarchist Youth Federation [AYF] Profane Existence Sayı: 5 Ağustos 1990 s. 38).
İş siyasi ideolojiyi seçmeye gelince Punk’ların büyük çoğunluğu anarşizmi tercih ediyorlar. Kapitalizm veya komünizmin herhangi bir türünün devam etmesini destekleyen neredeyse hiç yok. Bu bütün Punk’ların Anarşizm’in tarihi ve kuramı hakkında çok okudukları anlamına gelmez fakat çoğu Anarşizm’in resmi devletin veya hükümdarların olmaması bireysel özgürlük ve sorumluluğa değer verilmesi ilkeleri çerçevesinde oluşturulan bir inancı paylaşıyorlardır (kim paylaşmaz ki). Minneapolis’den çıkan fanzin Profane Existence Kuzey Amerika’daki en büyük anarşist fanzindir ve içerdiği müzik ve politik bilgiler anarşist bakış açısından aktarılmaktadır. Daha entelektüel/aktivist eğilimli okurlara hitap eden ve Punk hareketinin müzik tarafını safdışı bırakarak salt politik formatı benimseyen başka değerli birçok fanzin de vardır. Avrupa camiasının Kuzey Amerika’daki akranlarından daha fazla anarşist fanzin ve müzik üretmesinin sonucu olarak Avrupalı Punk’lar tarihsel olarak daha politik olmuşlardır. Bu fanzinlerin yaratıcıları ve editörleri görünür bir biçimde politik eğilimi olan ikinci dalga Avrupa Punk’ından (1980-1984) etkilendiler. Örneğin Birleşik Krallık’taki Crass Conflict ve Discharge; Hollanda’daki The Ex ve BGK ile ABD’deki MDC ve Dead Kennedys müzik grupları birçok Punk’ı sırf Rock’N’Roll’cu olmaktan çıkararak asi düşünürlere dönüştürdüler. Bu müzik gruplarının ideolojileri Punk müziğinin yelpazesinin her yerinde her tür müzik çalan birçok grup tarafından sürdürülüyor.
Şikago’daki Los Crudos’un hararetli politik thrash müziği nasıl zulmün yüzüne haykırıyorsa Propaghandi’nin açıkça sınıf bilinci taşıyan şarkıları kulağa hoş gelen ve akılda kalan pop Punk tarzına mükemmelce oturuyor. Bu müzik gruplarının bir sonucu olarak binlerce genç insan kendini “anarşist” olarak nitelendiriyor ve mevcut devlet rejimlerine karşı kin besliyor. “Uygarlık dediğimiz şeyin ilk aşamalarında birkaç insan kendileri adına başka insanları çalıştırarak rahat bir yaşam sürdürebileceklerinin ve onların sırtından zengin olabileceklerinin farkına varmış. Bu insanlar kendilerini kabile reisi şaman kral veya rahip olarak atamak için kurnazlık veya fiziki kuvvet kullanmışlar. Tehdit ve batıl inançlar kullanarak insanları hizaya getirmişler. Ara sıra tebaaları başkaldırırdı ve onlar ya tebaalarının yatışmalarını sağlayabilecek kadar reform bahşederdi ya da yerlerini yeni hükümdarlara devrederlerdi. İşte devletin doğası böyledir” (Felix “Professor Felix’s Very Short History of Anarchism” Profane Existence Sayı: 1 Aralık 1989 s. 13).
Punk’lar dünyanın mevcut sistemlerine kısırdöngü haline gelmiş devrimlerle sonrasında yaşanan baskı ortamlarına karşı bir alternatif olan anarşizme yöneliyor. Devletlerin (veya genel olarak hiyerarşilerin) doğası gereği onların altında yaşayan (veya onlar tarafından etkilenen) insanlar baskı altında tutulur ve sömürülür. Gençlik veya burjuva karşıt-kültürlerden farklı olarak Punk’lar komünizmi ve geleneksel demokratik devletlerin sol kanatlarının yanı sıra kapitalizmi de reddederler. İktidarda olan partilerin uyguladığı reformlar çoğu zaman devletçi (yani resmi devletin sürdürülmesinden yana olan) veya yüzeysel bulunarak kınanır. Reformlar insanları özgürleştirmek için değil onları teskin etmek için yapılır. Komünizme gelince birçok Punk komünist hareketin en azından sözde geçerli olan kadın hakları ve işçi sınıfı desteği konusunda anlaşmaktadır ve kapitalist toplumdan aynı derecede hazzetmemektedirler. Punk topluluğunun birçok üyesi belli başlı konularla ilgili görünüşe göre benzer amaçları olduğu için Spartacist League Devrimci Komünist Parti (Revolutionary Communist Party - RCP) ve başka Marksist/Leninist/Troçkist grupların düzenlediği eylemlere katılmışlardır. Anarşistler ve tarih hakkında okuyan herhangi bir kimse komünizmin gerçeklerinin ideal anarşist devletin amaçlarından uzak olduğunun farkına varır. “Komünist grupların muhalefet yaparken söyledikleri iktidardayken dile getirdiklerinden tamamen farklıdır. Onlar komünizmi kapitalistlerin baskılarına ve zulmüne karşı eşitlik ve adalet adına mücadele eden asil bir hareket olarak gösterirler. Ama gerçek olan sol partilerin doğası gereği otoriter olduklarıdır. Felsefesinin bir parçası olarak bir insanın diğerine hükmetmesini savunan her sistem zulüm olasılığını barındırır. Komünist gruplar halk kitlelerinin özgürleşmesi için değil kendilerinin iktidara gelmesi için mücadele eder. İktidara gelince de iktidarlarını sürdürebilmek için bütün hükümetlerin uyguladığı baskıları onlar da uyguluyor” (Felix ve Rat “Revolt Against Communism” [Komünizme Karşı Başkaldırma] PE Sayı: 2 Şubat 1990 s. 22).
Komünizmin zulmünü gösteren kanıtlar sadece mevcut baskıcı rejimlerden değil anarşistlerin totaliter komünist kuvvetlerin ihanetine uğradıkları ve onlar tarafından ezildikleri 1921 yılında yaşanan Kronstadt Ayaklanması 1918-1921 yılları arasında yaşanan Ukranya Anarşizm Hareketi ve 1936-1939 yıllarının İspanyol İç Savaşı’nda da bulunabilir. Komünist rejimler sonuçları itibariyle tahttan indirilen rejimlerden illa ki farklı olmuyor en azından hükmedilen tebaalarına göre pek bir şey değişmiyor. Devrimlerin amacı basit bir hükümdar değiş tokuşu anlamına gelmemeli. “Bu yüzyılda devrim sadece kapitalist sistemleri devredip yerine eşit derecede ya da daha baskıcı olan kendi sistemlerini devreye sokan komünist örgütlerin profesyonel sınıfı tarafından idare edilen devrim anlamına gelmiştir” (Minnesota müzik grubu Destroy PE Sayı: 1 s. 29).
Bu anlamda devrimler kısırdöngü haline gelmiştir; hoşnutsuz olanların başkaldırmaları ancak başka bir hoşnutsuz sınıfı yaratmaya yarıyor. Komünizm anarşizmin sağladığı özgürlük derecesini sağlamıyor; dolayısıyla güya düşmanı olan kapitalizmden daha çok tercih edilen bir sistem olmamalıdır. Punk hareketi başta sahte demokratik politikaları benimseyen kapitalist ülkelerde oluştu. Bu nedenle kapitalizm ve onun neden olduğu sorunlar politik Punk’ların ilk hedefi olmuştur. Evsizlik sınıfçılık ve işyerinde yaşanan sömürü açgözlülük üzerine kurulan bir sistemin bazı sonuçları olarak görülmektedir. Kapitalist sistem toplumun bazı üyelerinin bolluk içinde yaşamalarını sağlarken bu durum o bolluktan mahrum bırakılan insanların sömürülmesiyle doğrudan ilişkilidir. Bir insanın dürüstçe çalışarak zengin olabilme inancı tekrar tekrar aksi kanıtlarla yıkılmıştır. Eğer bu gerçek olsaydı ben ve ailem dahil olmak üzere alt sınıfın şu anki birçok mensubunun keyifleri tıkırında olurdu. Kapitalist toplumda başarı insanın sahip olduğu para ve mal ölçüsüyle tanımlanır. Bu tanımı kullanarak kendi konumlarından tatmin olan ve fakir duruma düşmekten korkan orta sınıfın “hali vakti”nin herhangi bir radikal değişime direnebilecek kadar “yerinde” olduğunu söleyebiliriz. Gerçek durumunun farkında olması gereken (ki birçoğu bunun farkındadır) gelir düzeyi düşük olanlar bile orta sınıf bolluğundan bir parça koparabilme olasılığı için çalışırlar. İnsanların yiyecek yerine müzik setleri ve televizyonları yağmalamaları daha iyi bir yaşamın daha çok para ve daha çok mal anlamına geldiği konusunda ikna olduklarının bir göstergesidir. Paranın ve belli lükslerin hayatı kolaylaştırdığı şüphesiz doğrudur fakat başarı ve başarısızlığı bu ölçülere tabi tutmak tehlikeli imalar barındırır. “Kapitalizm herkesin kendi kârını azamiye çıkarmaya çalıştığının farz edildiği kuramsal bir modele dayanır. Üstelik insanlar çoğunlukla etraflarındaki her şeyi metaya dönüştürerek bu modele uymuştur” (“New World Order” MRR Sayı: 98 Temmuz 1991).
Çevrenin şu an karşı karşıya kaldığı tehlike ve felaketler bunu aşikâr bir biçimde kanıtlıyor. İktisatçılar yaşanacak kayıpları hesaba katmadan çevresel ürünlerin değerini hesapladıkları zaman gelecek insan kuşakları ve şimdiki bitki ve hayvan türleri için kesin bir felakete yol açmış oluyorlar. Daha uç vakalarda “bu düşünce biçimi insanlar ve insanlar arasındaki çatışmanın bir bütün olarak mal haline geldiği savaş zamanlarında en kritik noktasına ulaşır; öldürmek anlamını yitirir” (a.g.e.). Bu çok önemli bir nokta ve bunu vurgulamak için Orta Doğu’da yaşanan Körfez Savaşı’nı örnek verebiliriz. Kapitalizmin yamyamlık olduğu tekrar tekrar söylenmiştir. Bu ifade genellikle büyük şirket sahipleri veya yöneticilerinin kâr sağlamak isteğiyle nasıl diğer insanları sömürdüğüne işaret ederken kullanılır. Kapitalizm çoğu zaman sanki belli bir grup insanın ıstırabından kuvvet bularak büyüyor gibi görünüyor. Körfez Savaşı sırasında her iki tarafın askerleri kâr kaybını önlemenin yanı sıra işleri çoğaltmak için araç olarak kullanılmışlardır. “Bu savaşla ilgili bazı gerçeklerin doğruluğu tartışılmaz: Yüz binlerce masum insan hayatını kaybetmiş; bir uygarlık yok edilmiştir. Kapitalist Amerika’da ise savaşın ima ettikleri oldukça farklıydı: Bundan kazanılacak çok para vardı” (a.g.e.). Bu savaşın neden yanlış olduğu ve neden meşru olmadığının (sanki herhangi bir savaş meşru olabilirmiş gibi) açıkça ortada olan nedenlerine girmeden önce savaşın bazı ekonomik sonuçlarına bakalım. Birileri Çöl Fırtınası tişörtleri videoları televizyon programları ve tampon çıkartmaları gibisinden ürünlerini satabilmek için ırkçı sloganları ve birçok insanın ölümünü kendi çıkarına kullandı. Kâr kategorisinde en çok “kazananlar” büyük olasılıkla petrol şirketleriydi ve popüler savaş karşıtı slogan “petrol için kan dökülmesin”in yerine “kâr için kan dökülmesin” daha doğru olurdu. ABD için savaşın toplam maliyeti yaklaşık altmış milyar dolar olarak hesaplanmıştır. (Bu rakNe Oldu Ne Oldu Ne Oldu sayılarını tam bilemediğimiz yaşamlarını yitiren müttefik askerlerini içermediği gibi Irak’ın kayıplarını hiçbir şekilde hesaba katmıyor). Eğer bu rakamın doğru olduğunu kabul edersek -ki bu ahlaki bir suç sayılır aslında- Amerika’nın bu savaştan elde ettiği kâra dair daha fazla bilgiye ulaşırız. “Müttefiklerin şimdiye kadar 57 milyar dolarlık katkısı olmuştur savaşa; buna Suudi Arabistan’la Kuveyt’in yeni silah satışları için yaptıkları 18 milyar dolarlık peşin ödeme eklenince ABD hükümeti için bu savaşın sonuçta gayet kârlı bir girişim olduğu ortaya çıkıyor” (a.g.e.). Sadece hükümet değil Irak’ı yeniden yapılandıracak büyük inşaat şirketleri de iyi mangır biriktirecekti. Ne kadar çok hasar varsa o kadar yeniden yapılandırma vardır dolayısıyla o kadar da kâr var demektir. Savaştan kâr sağlamak sapıkça bir şey gibi gelebilir insana ama gerçekleşen aynen budur. Birilerinin ekonomiyi ve kişisel kârları iyileştirmek işsizlik oranını düşürmek ve vatanseverlik hararetini artırmak için beyan edilen bir askeri hedefin aldatıcı görünüşünün arkasında gizlenerek bir savaş çıkarmayı arzulayacağına inanmak çok mu gerçek dışı? “Böylesi fenomenleri açıklamak için bazıları ayrıntılarla bezenmiş komplo teorileri türetirlerdi fakat bize göre bu tür teorilere ihtiyaç yoktur. Gerçek ise hilekâr düzenin esas yüzünü ortaya koyuyor: Savaştan kâr elde etmek her şeyi sahip olduğu tek değeri olan ‘serbest piyasa’ tarafından belirlenen bir mala dönüştüren kapitalist sistemde rasyonel bir eylemdir” (a.g.e.). Dolayısıyla kapitalizm sermaye elde etmek için insanları insanlıktan çıkarmak ve onları (ve belki de hayvanları/doğal çevreyi) sömürmekle temellendirildiği sürece anarşistler tarafından kabul edilemez. Anarşistlerin kapitalizmi ve sahte demokratik devleti reddetmeleri için daha çok neden var. Bunların bazılarına daha sonra değineceğiz. Anarşist Punk’lar demokrasinin radikal liberal veya aşırı solcu olarak tanımlanan kesimleriyle örtüşen birçok inanca sahip görünüyorlar. Kadın ve eşcinsel haklarının ve ırklar arası eşitliğin savunulması hem liberallerin hem de anarşistlerin bir şekilde resmen kabul ettiği ilkelerdir. Ancak bu benzerlikler anarşistlerin Sol’u Sağ’ı kınadıkları kadar (bazen de daha fazla) kınamalarına engel olmuyor. “Anarşistlerin solcu gruplarla koalisyon oluşturabilmeleri ve onlarla birlikte çalışabilmeleri biraz tuhaf görünüyor. Gerçekte anarşizm sağcı gruplara karşı olduğu kadar sol politikalarına da muhafet ediyor” (Felix ve Rat PE Sayı: 2).
Yine Körfez Savaşı Sol ile anarşistlerin arasındaki farklıkları örnekliyor. Sol’un protesto gösterileri ve direnme çabaları aslında “radikal eşitçiliği destekleyen ilkesel bir tutumu benimsemeye” gönülsüz olduklarını gösterdi (“New World Order” MRR Sayı: 99 Ağustos 1991).
Genel olarak anarşistlerin Sol’a dair görüşü Sol’un “Devlet’e doğrudan karşı durmasını gerektirecek” herhangi bir şeyden uzak durduğudur (a.g.e.). Ben şahsen Washington D.C.’deki en büyük protestoya katıldım ve bu deneyimden yola çıkarak anarşistlerin bu iddiasını doğrulayabilirim. Protesto gösterisi kendilerini pazarlamak için ellerinden geleni yapan ve mallarını satmaya çalışan birkaç liberal grup tarafından düzenlendi. “Hareketin liderleri göstericileri slogancılara uymaya ve zincirleri kırma riskine girmektense ‘medeni insanlar gibi’ onları şakırdatmaya çağırdılar. Yürüyüşçülere kaldırımda yürümeleri ve medya için görgü kurallarına göre davranmaları emredildi; kendiliğinden gelişen yaratıcı muhalif hareketlerde bulunmalarından vazgeçirilmeye çalışıldı. Farklı görüşleri savunanlar için de herkese haddini bildiren ‘barış gözlemcileri’ görev başındaydı”