On Dört Yaşımdayım
Büyümedim daha On dört yaşımdayım hep Bir şehrin ıssız kaldırımlarında çocukluğumu dolduruyorum ve bir ömrü tastamam yaşıyorum, yaşamak istiyorum Kimseler bilmiyor on dört yaşındaki kalbimin isteklerini Ne asi istekler ne rahmani yıkımlar Kaçıp gitmek istiyorum buralardan Uzak bir caminin kimsesizliğinde unutulmak, rahmana kapılmak sonra Ören yerine yakın taşların gölgesindeyim Gece uzun ve yeni başladı karanlığın sefası Secdeler arasında kalacağım ve o ilahi çağrıya kulak kesileceğim, kendimi büsbütün koy vereceğim: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin’nebiyyül’ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim''
Zaman durmaz yerinde Minareler eskir göçerliğinde Ben hala yerimdeyim On dört yaşımda Ne annem kaldı yanımda ne babam Büyükler fillerin yolunu tuttu, ben kaybolmuşken Şam yolunda Yola çıkıyorum Yolculuk Allah’tan, azık ömrümden Yoksul sefil garip gözyaşlarımı katık yapıyorum Selim yok daha Kaldı uzaklarda Ben avare Ben mecnun Sığmıyorum dar kalıplarıma Bir şarkı dilimin ucunda… Keskin bir ıslıkla, vay başıma gelenler vay Kaldırabilecek miyim? İniyorum kalabalıktan Sıyrılıyorum cemaatten Benliğimin zor patikalarına düşüyorum Ben bir garip âdem Neyleyim yok başka çarem On dört yaşımdayım Kulaklarımda ilahi kelam: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin’nebiyyül’ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim”
On dört yaşımdayım hep Ben bir yorgun akşam, omuzlarımda perişan düşlerim Açlık kokan nefesimle şehrin üzerine yürüyorum, kendimle karşılaşıyorum Dehşete düşüyorum Allah’ım bu kadar çirkin, bu kadar aciz, bu kadar netameli Karşılaştığım kendimden korkuyorum Elim ayağım buz tutuyor Kopuyor şirazesi ruhumun Acılarımdan fazla olmadığımı anlıyorum Cemaatin dikkatini çekmekten korkuyorum Başımı önüme eğiyorum Ahizenin ölgün sarı ışığı tutanakçı,
florsan lamba tansık… Cinnet mi getiriyorum Çocuksu dualarım İçinde sadece annem olan dualarım Düşeceğim Rezil olacağım Kim olduğumu bilecekler Kimliğimle kirlenecekler Aynamda görecekleri kendileri ile beni taşa tutacaklar, yerden yere vuracaklar Belki de oracıkta linç ederler Maria Magdalena kadar da şansı değilim İsa’nın havarisi bile olamadım Tuhaf bir gulemim İlk fırsatta çarmıha gerecekler Gerçi çarmıha gerilmeye de layık değilim Kirlenir çarmıh Ne yaparsın, yaşım on dört ve kalbim çocuksu duruyor o kadar insanın içinde Ve o sesle kendimden geçiyorum hala, zamanın dışına çıkıp ukbaya
uzanıyorum: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin’nebiyyül’ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim”
Şehrinde göbeğinde duruyorum kıyama Her zaman gördüğüm yüzler Biri dahi dönüp bakmıyor bana Görmüyorlar beni Daha doğrusu görmezlikten geliyorlar sanırım Anlaştılar mı? Ben Onu düşünüyorum Errahmanirrahim… Ne güzelsin, ey Allah’ım! Yoruldum gündüzlü kaygıları taşımaktan Geceye teslim olmak ve sana gelmek istiyorum Duam Dualarım Kabul buyur Allah’ım Bütün sevdiklerimi koru Rahmetini esirgeme bizden Çünkü sen yücelerden yücesin, her şeyin sahibisin Bir
şeyin olması için “Ol” demen kafi Allah’ı bu duvarlar arasında sana kalkarken ellerim… Yarıda kalıyor duam: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin’nebiyyül’ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim…”
Ezana daha çok var Can havliyle kendimi dışarı atıyorum Yorgun sefil ve kimsesiz kaldırımlara Direk şehrin kalbinde buluyorum kendimi Her zaman gördüğüm yüzlerin arasında Tanımıyorlar beni ya da tanımazlıktan geliyorlar Başımı önüme eğiyorum Aklıma uzun kış günleri geliyor, sonra hiç bitmeyen, hep kendini yenileyen Sarhan günleri Hep kendinden kaçmak içindir bütün bunlar, diyor birileri Kulak asmıyorum onlara Ne bilirsiniz siz, içimde kopan fırtınaları On dört yaşımda öldüğümü, dirildiğimi, koca bir ömrü hiçe saydığımı, düşlerimi bitirdiğimi, oyuncaklarımı çaldırdığımı, nerden bileceksiniz Bilseniz bile, anlayacak mısınız, benim anladığım gibi Yüreğiniz acı çekecek mi, benim yüreğimin çektiği gibi Sonra düşlerim, hayallerim Geçin Geçin Başımı önüme eğiyorum İçimi ele geçirmiş olan sessizliğe gömülüyorum Cemaatin sesi: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin’nebiyyül’ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim…”
Kendimde değilim On dört yaşımdayım hep Allah’ım, bu ne hal Şimdi ölebilirim Yoldayım Yolum Mustafa Baba’ya düşüyor Burnuma tek odalı çok kullanımlı toprak damlı evlerin kokusu çalınıyor On dört yaşımdan ön dört sene sonrasına gidiyorum Camiinin temelini atıyorum Gassal hane köşesinde duruyorum Dut ağacı, tek şahidim Sonra birkaç meyyit… Benim lülerim Odamıza benziyor Selim gelmemiş daha Yolda Uzaklarda Tek tük kişiler var camide Bir köşeye çekiliyorum Kendimi
dinliyorum: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin’nebiyyül’ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim…”
Seninle var olacağım Allah’ım, ebediyen
Faik Öcal
Büyümedim daha On dört yaşımdayım hep Bir şehrin ıssız kaldırımlarında çocukluğumu dolduruyorum ve bir ömrü tastamam yaşıyorum, yaşamak istiyorum Kimseler bilmiyor on dört yaşındaki kalbimin isteklerini Ne asi istekler ne rahmani yıkımlar Kaçıp gitmek istiyorum buralardan Uzak bir caminin kimsesizliğinde unutulmak, rahmana kapılmak sonra Ören yerine yakın taşların gölgesindeyim Gece uzun ve yeni başladı karanlığın sefası Secdeler arasında kalacağım ve o ilahi çağrıya kulak kesileceğim, kendimi büsbütün koy vereceğim: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin’nebiyyül’ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim''
Zaman durmaz yerinde Minareler eskir göçerliğinde Ben hala yerimdeyim On dört yaşımda Ne annem kaldı yanımda ne babam Büyükler fillerin yolunu tuttu, ben kaybolmuşken Şam yolunda Yola çıkıyorum Yolculuk Allah’tan, azık ömrümden Yoksul sefil garip gözyaşlarımı katık yapıyorum Selim yok daha Kaldı uzaklarda Ben avare Ben mecnun Sığmıyorum dar kalıplarıma Bir şarkı dilimin ucunda… Keskin bir ıslıkla, vay başıma gelenler vay Kaldırabilecek miyim? İniyorum kalabalıktan Sıyrılıyorum cemaatten Benliğimin zor patikalarına düşüyorum Ben bir garip âdem Neyleyim yok başka çarem On dört yaşımdayım Kulaklarımda ilahi kelam: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin’nebiyyül’ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim”
On dört yaşımdayım hep Ben bir yorgun akşam, omuzlarımda perişan düşlerim Açlık kokan nefesimle şehrin üzerine yürüyorum, kendimle karşılaşıyorum Dehşete düşüyorum Allah’ım bu kadar çirkin, bu kadar aciz, bu kadar netameli Karşılaştığım kendimden korkuyorum Elim ayağım buz tutuyor Kopuyor şirazesi ruhumun Acılarımdan fazla olmadığımı anlıyorum Cemaatin dikkatini çekmekten korkuyorum Başımı önüme eğiyorum Ahizenin ölgün sarı ışığı tutanakçı,
florsan lamba tansık… Cinnet mi getiriyorum Çocuksu dualarım İçinde sadece annem olan dualarım Düşeceğim Rezil olacağım Kim olduğumu bilecekler Kimliğimle kirlenecekler Aynamda görecekleri kendileri ile beni taşa tutacaklar, yerden yere vuracaklar Belki de oracıkta linç ederler Maria Magdalena kadar da şansı değilim İsa’nın havarisi bile olamadım Tuhaf bir gulemim İlk fırsatta çarmıha gerecekler Gerçi çarmıha gerilmeye de layık değilim Kirlenir çarmıh Ne yaparsın, yaşım on dört ve kalbim çocuksu duruyor o kadar insanın içinde Ve o sesle kendimden geçiyorum hala, zamanın dışına çıkıp ukbaya
uzanıyorum: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin’nebiyyül’ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim”
Şehrinde göbeğinde duruyorum kıyama Her zaman gördüğüm yüzler Biri dahi dönüp bakmıyor bana Görmüyorlar beni Daha doğrusu görmezlikten geliyorlar sanırım Anlaştılar mı? Ben Onu düşünüyorum Errahmanirrahim… Ne güzelsin, ey Allah’ım! Yoruldum gündüzlü kaygıları taşımaktan Geceye teslim olmak ve sana gelmek istiyorum Duam Dualarım Kabul buyur Allah’ım Bütün sevdiklerimi koru Rahmetini esirgeme bizden Çünkü sen yücelerden yücesin, her şeyin sahibisin Bir
şeyin olması için “Ol” demen kafi Allah’ı bu duvarlar arasında sana kalkarken ellerim… Yarıda kalıyor duam: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin’nebiyyül’ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim…”
Ezana daha çok var Can havliyle kendimi dışarı atıyorum Yorgun sefil ve kimsesiz kaldırımlara Direk şehrin kalbinde buluyorum kendimi Her zaman gördüğüm yüzlerin arasında Tanımıyorlar beni ya da tanımazlıktan geliyorlar Başımı önüme eğiyorum Aklıma uzun kış günleri geliyor, sonra hiç bitmeyen, hep kendini yenileyen Sarhan günleri Hep kendinden kaçmak içindir bütün bunlar, diyor birileri Kulak asmıyorum onlara Ne bilirsiniz siz, içimde kopan fırtınaları On dört yaşımda öldüğümü, dirildiğimi, koca bir ömrü hiçe saydığımı, düşlerimi bitirdiğimi, oyuncaklarımı çaldırdığımı, nerden bileceksiniz Bilseniz bile, anlayacak mısınız, benim anladığım gibi Yüreğiniz acı çekecek mi, benim yüreğimin çektiği gibi Sonra düşlerim, hayallerim Geçin Geçin Başımı önüme eğiyorum İçimi ele geçirmiş olan sessizliğe gömülüyorum Cemaatin sesi: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin’nebiyyül’ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim…”
Kendimde değilim On dört yaşımdayım hep Allah’ım, bu ne hal Şimdi ölebilirim Yoldayım Yolum Mustafa Baba’ya düşüyor Burnuma tek odalı çok kullanımlı toprak damlı evlerin kokusu çalınıyor On dört yaşımdan ön dört sene sonrasına gidiyorum Camiinin temelini atıyorum Gassal hane köşesinde duruyorum Dut ağacı, tek şahidim Sonra birkaç meyyit… Benim lülerim Odamıza benziyor Selim gelmemiş daha Yolda Uzaklarda Tek tük kişiler var camide Bir köşeye çekiliyorum Kendimi
dinliyorum: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin’nebiyyül’ümmiyyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim…”
Seninle var olacağım Allah’ım, ebediyen
Faik Öcal