Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    Dünyanın Fani Cennetleri

    FallenAngel
    FallenAngel
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 1738
    Kayıt Tarihi : 05/02/11
    Nereden : İstanbul
    Aktiflik :
    Dünyanın Fani Cennetleri  Img_le10200 / 999200 / 999Dünyanın Fani Cennetleri  Img_ri10


    Cüzdan
    Altın Altın: Sınırsız
    Para Para: Sınırsız

    Dünyanın Fani Cennetleri  Empty Dünyanın Fani Cennetleri

    Mesaj tarafından FallenAngel Çarş. Mart 09, 2011 8:08 pm

    Hans-Joachim Pachur, yılda bir veya iki defa Berlin botanik bahçesinin karşısındaki konforlu bürosundan ayrılır, bahçelerden taşıp sokakları gölgeleyen envai çeşit ağaç ve çiçeği terkeder, ve Libya'ya doğru uçar. Trablus'da biraraya geldiği meslektaşlarıyla çöl yolculuğu için hazırlıklara girişir. Berlin'deki Açık Üniversite'de coğrafyacı olarak çalışan Pachur, son çeyrek asırdan beri Sahra'da araştırmalar yapmaktadır. Çölde haftalar boyu kullanacakları suyu da yanlarında götüren ekip, yatak ve temiz gıda gibi hayatın konforlu yanlarını unutmak zorundadır.

    Fakat bir zamanlar burada, Sahra'nın büyük bir bölümünde su vardı. Mart 1999'da Pachur Libya'nın güneybatısındaki Murzuk kumullarında timsah, su aygırı, fil ve ceylan kemikleri, ayrıca rüzgar etkisiyle şekillenmiş eski göl tabanı tortulları buldu. Bunlar, bölgede geçmişte tatlı su kaynaklarının yaygın olduğunu gösteriyordu. Pachur yıllar önce de kuzey Sudan'da oldukça büyük bir gölün izlerini tesbit etmiş, bugün tamamen çöl durumundaki yüzlerce kilometre mesafeyi katedip doğuda, yukarı Nil'e birleşen bir nehrin yatağını bulmuş, ayrıca Akdeniz'in 1000 kilometre güneyindeki Tibesti Dağları'ndan doğup Sahra'yı tam merkezinden katederek denize dökülen diğer nehirlerin izlerini de keşfetmişti (Resim 1). Bugün bu bölge yılda yarım santimetreden daha az yağış almaktadır. Günümüzden 9.000 ilâ 6.000 yıl öncesi arasında bu kayıp nehirler boyunca, muhtemelen zürafalar akasya ağaçlarının yapraklarıyla besleniyor, filler bol su buluyor, su aygırları çamur banyosu yapıyordu. Burada insanlar da yaşıyordu. Küçük köyler şeklinde yerleşik hayata geçmeye başlayan bu topluluklar akdarı ve süpürgedarısı ekiyor, koyun-sığır yetiştiriyor, avcılık ve balıkçılık yapıyorlardı. Pachur, Sahra'nın o dönemde cennet gibi olduğunu düşünüyor. Murzuk'un batısındaki veya Mısır'ın güneybatısında Gilf Kebir yaylasındaki kayalıklar üzerine Sahra halkı hayatlarından sahneler resmetmiş ve oymalar yapmışlar. Kendilerini sığır güderken, avcılık yaparken, dinlenirken tasvir etmişler (Resim 2). Bunlar da bölgenin binlerce yıl önceki farklı durumu hakkında önemli bilgiler veriyor. Değişen sahneler Fakat daha sonra, yaklaşık 6.000 yıl önce iklim değişmeye başlıyor ve birkaç yüz yıl zarfında ABD büyüklüğünde verimli bir bölge yeryüzünün en sert, en kıraç, hayata en uzak yerlerinden biri hâline geliyor. Sahra halkı burayı terketmek zorunda kalıyor. Birçoğu doğuya, kendilerine en yakın su kaynağı durumundaki Nil vadisine göçediyor. Bazı arkeologlara göre bu göç 5.000 yıldan biraz daha fazla bir zaman önce Mısır'da firavunların yükselişini tetikleyen gelişme oluyor. Potsdam'daki İklim Etkileri Araştırma Enstitüsü'nden teorik iklim bilimciler Martin Claussen ve Claudia Kubatzki, çölleşme prosesini bilgisayar ortamında simüle ettiler. Buna göre, Jüpiter'in ve Venüs'ün çekim kuvvetleri Dünya'ya tesir ediyor ve gezegenin kendi ekseni üzerinde değişen derecelerde eğilmesine yolaçıyor. Bildiğimiz gibi, eğiklik, mevsimlerin oluşmasını sağlar: kuzey yarımküre Güneş'e doğru eğildiğinde burada yaz olur. Bu dönemde Güneş'in zeniti (en yüksek noktası) Yengeç Dönencesi'ne kadar kuzeye ulaşır. Yengeç Dönencesi ise bugün bu bölgede Gilf Kebir'den ve Murzuk'un güney kenarından geçmektedir. 23,5 derecelik bu enlem, dünyanın dönme ekseninin bugünkü eğiklik derecesidir. Fakat 41 bin yıllık devri daimler boyunca eğiklik ve dönence 24,5 derece ile 22,1 derece arasında değişmektedir. Jüpiter ve Venüs Dünya'nın dönme eksenini böyle değiştirirken, Güneş ve Ay da, bir topaç gibi yalpalamasına yolaçar; bu ise, dünyanın güneş etrafındaki yörüngesi üzerinde Güneş'e en yakın olduğu zamanı ve yeri (perihelion nokta) değiştirir. Bu iki devri daim ve bunlarla birlikte yörüngenin şeklindeki yavaş düzensizlikler, güneş ışığının belli bir mevsimde belli bir enlem üzerine ne kadar düşeceğini belirler (Resim 3). Bunlara "Milankoviç devri daimleri" denir. 1930'larda Milutin Milankoviç böyle düzenli şekilde oluşan değişimleri Dünya ikliminin buzul çağlarına girip çıkma sebebi olarak açıklamaya çalışmıştı. Bu teoriye göre, en yakın zamandaki buzul tabakaları; Kanada ve Avrasya'dan yaklaşık 17 bin yıl önce çekilmeye başladı, çünkü bu dönemde kuzey yarımküre yaz mevsiminde buzulların erimesine yolaçacak kadar fazla güneş ışığı almaya başlamıştı. Yaklaşık 9000 yıl önce, güneşin kuzeyde çizdiği eğri en yüksek noktaya ulaşıyordu; iklim bilimcilerin, "Holosen Optimumu" olarak adlandırdığı bu dönemde dönme ekseninin eğikliği bugünkünden daha fazla olup 24 derece civarındaydı ve perihelion Temmuz ayındaydı. Sonuçta her iki faktör de özellikle sıcak kuzey yazları ve daha yeşil bir Sahra anlamına geliyordu. Buzul çağı boyunca Sahra bir çöldü. Fakat yazlar daha sıcak olunca aynı zamanda daha nemli oldu. Yaz boyunca Afrika yanıbaşındaki Atlas okyanusundan daha fazla ısınır ve bu sıcaklık farkı musonlara yolaçar. Kara üzerindeki sıcak hava yükselip uzaklaşınca bunun yerini almak üzere nemli rüzgarlar Gine körfezinden kuzeydoğuya doğru eser. Daha sıcak yazlar kuzeydeki Sahra'ya daha fazla yağmur götüren daha kuvvetli muson demektir. İşte Sahra bu şekilde bir zamanlar bir çiçek bahçesi hâline geldi. Tabiatı modellemenin zorluğu Bitki örtüsünün ihtiyaç duyduğu yağış yine bizzat bitki örtüsüyle sağlanır. Bir uydu fotoğrafında, bitkiyle kaplı bir bölge çölden daha koyu gözükür; Sahra çölünün ise kutup buzullarından sonra yeryüzündeki en parlak yer olduğunu görürüz. Burası, aldığı güneş ışığının % 40 kadarını yansıtır ve kalanın büyük kısmını bulutsuz gökyüzünden uzaya geri gönderir. Sahra çölü orada yaşayan canlıları pişirecek kadar sıcak ise de, atmosfer için soğuk bir kaynaktır; çoğu zaman hava akımları yükseklere ulaşır ve gücünü kaybeder, kuru bir yüksek basınç bölgesi meydana getirir. Fakat hatırı sayılır bir bitki örtüsü varsa, durum çok farklı olur: Koyu ve karanlık zemin daha fazla güneş ışığını absorbe eder, bitkilerin üstündeki atmosfer ısınır ve sıcak hava yükselir. Bu durum bulut ve yağmur oluşumu için gereklidir. Önceden gerekli olan diğer şey tabii ki sudur. Bitkiyle kaplı zemin çöl kumundan daima daha nemlidir. Nemli toprak güneş ışığını absorbe ettiğinde su buharlaşır. Atmosferde havanın yukarıya yükselmesi için gerekli enerjiyi serbest bırakarak yükselir ve tekrar kondanse olur (yoğunlaşıp tekrar su formuna geçer), böylece bulut oluşturur. Bulutlar yağmur olarak tekrar toprağa döner. Havanın yukarıya yükselişi musonu destekler ve peşinde daha çok nem sürükler. Bu, kendini takviye ederek devri daim yapan bir pozitif geribeslemedir. Bitki örtüsü kalınlaştıkça bu alan daha nemli hale geleceğinden daha fazla yağışa yolaçar, bu da bitki örtüsünün daha da kalınlaşmasını sağlar. Claussen ve meslektaşları bu pozitif geribeslemeyi de içine alan bir model geliştirdiler. Bunun saatini 9.000 yıl öncesine, geriye aldılar ve Milankoviç'in belirlediği güneş ışığının yeryüzündeki dağılımını da bu bölge için gözönüne alarak saati çalıştırdılar. Sonuçta ortaya bir Sahra savanası çıktı. Gölleri ve nehirleri dolduracak kadar yağmur, filleri ve zürafaları besleyecek kadar yeşillik ve ağaç demekti bu. Claussen modeli çalıştırmaya devam etti. Pozitif geribesleme tersine işlemeye başladı. Altı bin yıl önce Dünya'nın dönme ekseni önceki döneme göre daha az eğik hale gelmeye ve bugünkü açıya yaklaşmaya başladı. Perihelion kuzey yazından kışa doğru yönelmeye başladı. Kuzey yazları daha serin, Afrika musonu biraz daha zayıf, savanadaki bitki örtüsü ise daha seyrek olmaya yüztuttu. Bütün bunlar çok tedricî oluyordu; yörünge devirleri çok ince işliyordu. Fakat Claussen'in modeline göre 5.500 yıl önce sistem bir eşikten geçti: Sahra'daki bitki örtüsünün belli bir bölümü yokoldu, çıplak alanlar genişledi, yağışlar çok azaldı, çölleşme önü alınamayacak şekilde yayıldı. Başaşağı yuvarlanma gibiydi bu. Birkaç yüzyıl içinde serin ve nemli toprak kuma dönüşmüştü. Claussen, "bölge insanları, bir saatin parçalarının birbirine bağlı çalışması gibi kapsamlı bir işleyişin sonuçlarını yaşamış olabilir. Bu, Jüpiter ile akasya ağaçlarını, Dünya'nın dönme eksenindeki eğilme ile yaz musonlarını ve çöl kumunun parlaklığını birbirine bağlayan dişli çarklar gibi bir işleyiş olabilir. Çarklar döndü ve Sahra'nın manzarasını alıp bu insanlardan uzaklara taşıdı. Bütün bunlar çok hızlı oldu, kültürel hafızanın sınırları içinde kalan bir zaman aralığında" diyor. Bu ifadeler Kur'anı Kerim'deki "Güneş ve Ay bir hesap iledir. Yıldız ve ağaç secde ederler" (Rahman, 56) âyetini hatırlatmıyor mu?!.. Yıldız ve ağacın birlikte zikredilmesi bizim anlayamadığımız, bizi aşan mânâlarının yanısıra, bütün varlığın aynı ilim, hikmet ve kudret eli tarafından yaratıldığını, büyük küçük farketmeksizin tevhid sırrının bütün eşya ve hadiseler için geçerli olduğunu gösterdiği gibi, bunların bir sistemin birbirine bağlı çarklarının işleyişi gibi işlediği, hakikatini de ihtar etmektedir. İşte Kur'an'ın ifadelerinden 1400 küsur yıl sonra, bir bilim adamı Jüpiter gezegeni ile akasya ağaçları arasındaki tevhidî münasebeti müşahedeleri sonucunda belki kendine göre biraz felsefî bir espri içinde böyle dile getirmektedir. Arkeologlar son yirmi yılda Sahra'da, özellikle de Mısır'da bir hayli kazı yaptılar. Nil'in Sudan sınırından 100 kilometre kadar batısındaki Nabta'da, 5.000 ilâ 6.000 yıl öncesi arasında mevsimlik bir göl kıyısı boyunca yerleşik hayat sürmüş küçük bir yerleşimin kalıntılarını buldular. Daha kuzeyde, Nil'in 200 kilometre kadar batısındaki Farafra Vahası'nda ise, Sahra'nın yeşil günlerinden kalma bir başka göl kıyısı yerleşiminin kalıntıları da keşfedildi. Burada yaşamış insanlar koyun, keçi, sığır, belki deve kuşu yetiştiriyorlardı. Temelleri taştan olan evler, ocaklar inşa ediyor, göl kıyısında yetişen yabanî süpürge darısı ve akdarının kültür tarımını yapmaya başlıyorlardı. Çölü terkeden Sahra insanları Nil Vadisi'ne göçederken bu yeni tarım anlayışlarını, organize olmuş, hiyerarşik toplum modellerini de beraberlerinde götürdüler. Farafra'daki kazılarda bulunan çakmaktaşından yapılmış bıçak ve diğer bazı aletlerin Nil boyunca daha sonraki zamanlarda yeniden ortaya çıkması belli bir bilgi transferi olduğunu gösteriyor. Arkeologlara göre kültür tarımcılığının Nil'e batıdan geldiği anlaşılıyor. Çünkü bunlar Nil'deki geleneklerden tamamen farklıydı. Bugün Bugün Mısır ve Libya'da insanlar büyük kitleler halinde Farafra ve diğer vahalara dönmüş bulunuyorlar. Bugün Sahra'nın yeşil olduğu zamanlardan kalma yeraltı sularını toplayan ve insanların hizmetine sunan üçyüz metrelik kuyularla bir bakıma geçmişi yaşıyorlar. Trablus ve Libya'nın Akdeniz kıyısındaki diğer şehirleri, 400 kilometre güneydeki vahalardan su alıyorlar. Dev boru hatlarından biri, Pachur'un eski nehirlerinden birinin yolunu izliyor. Bazı vahalarda, fosil yeraltı suları geniş alanları sulamakta kullanılıyor (Resim 4). Farafra civarındaki bölgede bugün süpürge darısı yerine buğday yetiştiriliyor. Bu tarlaların yeşilliği geçmişteki musonları getirecek kadar güçlü değil bugün. Eğer Milankoviç'in saati doğruysa, Sahra'nın tekrar yeşillenmesinden önce bir başka buzul çağı geçirmemiz gerekecek. Fakat bu tarifeyi hemen kabul etmek zorunda değiliz. Bugün karbondioksid ve diğer sera gazlarının yolaçtığı küresel ısınma bir veya iki yüzyıl sonra eğer kıyamet kopmazsa, Dünya'nın dönme eksenindeki eğilme ve yalpalamanın Holosen ortasında yaptığı şekilde yine musonu dürtebilir. Claussen modelinde bunu tahmin ediyor. Ve yaptığı simülasyon şu mesajı veriyor: Dünya'nın iklimlerindeki geribeslemeler geçmişte insan topluluklarını büyük ölçüde bozup dağıtan ani ve önemli iklim değişikliklerine yolaçtı ve biz bugün gelecekte bizi hangi değişikliklerin beklediğini bilemiyoruz. Neticede görüyoruz ki, Kudret kalemi Kâinat kitabının bu yeryüzü sahifesinin üzerine de sürekli olarak yazıyor, siliyor ve değiştiriyor. Buradan alacağımız dersler olsa gerek. Şu âlemde herşeyin, ve herşeyin kendisine musahhar kılındığı insanın da fâniliğini gösteriyor Sahra çölünün serüveni. Kur'an'da anlatılan kıssada olduğu gibi, kimsenin bahçesinin güzelliğine aldanmaması, bunu kendisinden bilmemesi, "benim bahçeme hiçbirşey olmaz" şımarıklığına yeltenmemesi gerektiğini ihtar ediyor. Bir zamanlar bir yerlerde birileri de bir hayat yaşadı, tıpkı bugün bizim yaşadığımız gibi. Fakat bugün onlardan hiçbir ses ve hareket yok. Evet, herşey fâni, herşey ölümlü. Sadece O Bâki. Bir Ebedî ve Hakikî Sevgili'yi anlatanın dediği gibi: Elbâki hûvel Bâki !

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 11:37 pm