Bugün nüfus artışı bilhassa ilim adamÂlarını derin bir korku ve endişeye sevk etmektedir. Gerçi bu mevzuda insanlığın korÂku ve endişesi yeni bir şey değildir. Eski devirlerde de istihsal kaynaklarının azlığı, buna karşılık nüfus yoğunluğunun artışı insanları müteessir etmiştir. O günkü inÂsanların teessürü, ?insanlar devamlı çoğaÂlırken onun çoğalmasına bir had konulmaÂdığı takdirde, yeryüzü insanlara nasıl yeteÂcek, geçimlerini nereden kazanacaklar ve nereden yiyip içecekler?? gibi hususlardı. Bu endişelerine çare olarak da; yeni doğaÂcak çocuklara mâni olmak, çocuk düşürÂmek ve doğan çocukları öldürmek gibi yollara başvurmuşlardır.
Zamanımız insanını ise, artan nüfusun meydana getireceği mesken ve beslenme meselelerinin yanında, enerji yetmezliği ve çevre kirlenmesi gibi hususlar da meşgul etmektedir. Daha evvelki sayılarda enerji kifayetsizliği ile çevre kirlenmesi hususlarıÂna yer verilmişti. Bu yazımızda artan nüÂfusun iktisat üzerindeki tesirlerinden dolaÂyı, doğum kontrolüne lüzum bulunup buÂlunmadığı hususların üzerinde durulacaktır. İlk olarak doğum kontrolü, Avrupa?da ve 18. asrın sonlarına doğru başlamıştır. Meşhur İngiliz iktisatçısı Malthus insanları doğum kontrolüne davet etmiştir. Malthus?dan sonra Fransa?da Francis Place, insan arÂtışına bir sınır koymanın zaruri olduğunu ortaya atmıştır 1833 yıllarında da AmeriÂka?da tabib Charles Knororton aynî fikirleri destekleyerek insanların büyük bir tehlikenin eşiğinde olduğunu ileri sürerek dikkati çekmiştir. Bu ilim adamları, nüfus artışına bir sıÂnır koymanın çok zaruri olduğunu ifade ederlerken, nüfus artışının ?geometrik diÂzi? şeklinde (2.4.8.16.32.64) olduğuÂnu, buna karşılık rızık vasıtalarının ?aritmetik dizi? (1.2.3.4.5.6,) şeklinde arttığını ileri sürmüşlerdir. Bu hesaplamalaÂra göre nüfus artışı hiç bir engele maruz kalmaksızın ilerlemeye devam ederse, 25 sene sonra 2 misli artacaktır. Yani bir asır sonra rızık vasıtaları 9 katma çıkabildiği halde, nüfus 256 katına ulaşacakdır. MezÂkûr şahıslar bu hesaplamalara dayanarak, bin sene sonra nüfus ile besin kaynakları arasında hiç bir nisbet kalmayacağına hükÂmetmişlerdir. Şurası bir gerçektir ki; tarihin hiçbir devrinde insan nesli Malthus?un ve Francis Place?nin ifade ettikleri gibi geometrik dizî şeklinde kat kat artmamıştır. Buna göre de nüfus artışı ile rızık vasıtaları arasında bir nispetsizlik vuku bulmamıştır. Nitekim Milâdi takvim yılı başlangıcında 200 milÂyon civarında olan dünya nüfusu, 1300 yılÂlarında 500 milyon, 1800 yıllarında 1 milÂyar, 1950 yılında 3 milyara çıkmış ve 1980 yılında da 4,5 milyara ulaşmıştır. Bu durumda nüfusun artışı kat kat olmamakÂtadır ve olması da mümkün değildir. ÇünÂkü insanlık, doğuma müdahale etmeye çaÂlışsa bile, ölüme müdahale edememektedir. Yukarıda nüfus artışının kat kat olmaÂdığını ve olamayacağını ifade ettikten sonra rızk vasıtalarının da aritmetik dizi şekÂlinde olmadığını görelim. Nasıl eski insanÂların geçim kaynakları ve rızık vasıtaları su, toprak, taş, bitkiler ve hayvanlar ise; bu gün çeşitli geçim kaynakları ve mebzul rızık vasıtaları mevcuttur. Bu günkü hayat seviyeleri ile eski insanların hayat seviyeÂleri arasındaki fark, artan nüfusun teessüÂre gerek bulunmadığını gösterir. Çünkü insan, nesli çoğaldıkça hayatını muhafaza etmek için gücünü sarf edip yeni rızık kayÂnakları aramış ve yeni geçim vasıtaları keşfetmiştir. Nitekim bu günkü insanların imkânları ile eski insanların imkânları muÂkayese edildiği zaman, artan nüfusun geçim sıkıntısına sebep olmadığını gösterir. Böyle uluorta düşünceler, zamanlardaki ilmin istikbalde ne gibi yenilikler ve imkânÂlar sağlayacağını idrak edemeyen kimselerÂdir. Belki aldandıkları nokta; artan nüfusta sadece tüketici ağızların çoğalacağı dikkate alırken bunun yanında iş yapan ellerinde çoğalacağını nazara almamalarıdır. İktisat ilmine göre, istihsalin üç unÂsuru vardır: tabiat, sermaye ve insan?dır. İnsan, bu unsurların en büyüğü ve en önemlisidir. Nüfus artışına mâni olmak isteyenÂler, insanın bu istihsaldeki yerini dikkate almadan yalnızca istihlak (tüketici) edici nazarla bakmaktadırlar. Hâlbuki insanoğluÂnun yeryüzündeki ilerlemeleri ve hayat seÂviyelerinin yükseltilmesi hususundaki muÂvaffakiyetleri; artan nüfusun zaruri ihtiyaçÂlarını temin maksadından ileri gelmiştir. Nüfus artışı ayni zamanda insanları çalışÂmaya sevk edici büyük bir amil olmuştur. Nitekim lüzumlu ve zarurî ihtiyaçlar insanı her yeni gür artışı sebebiyle gıda, mesken, yiyecek, içecek gibi maddelerin temini için yeni keşifler yapmaya zorlamıştır. Bunun için ziraattan azamî istifade cihetine giden insanoğlu mesailerini rızık için denizlerin derinliklerin ve feza boşluğuna sarfederek yeni kaynaklar aramaktadır. Şayet nüfusta artma olmasaydı, insanlar mevcut olanlarla iktifa edecekler, tembellik ve uyuşukluktan başka bir kazançları olmayacaktı. Umumi yönden dünya nüfusuna dikkat edilecek olursa, insan neslinin sür?atle artÂması karşısında, yeryüzündeki rızık vasıtaÂlarının da o nisbette arttığı görülecektir. Hatta diyebiliriz ki, kaynakların artışı nüÂfus artışından çok daha fazla olmaktadır. Çünkü bu günkü orta tabakadaki fertlerin hayat seviyeleri ile imkânları iki yüzyıl önÂceki zenginlerin hayat seviyelerinden daha iyidir. Yani bugünkü hayat seviyesi ile eski insanların hayat seviyeleri arasında bir nisbet yapmak mümkün değildir. Yani bu günÂkü hayat seviyesi ile ikiyiz yıl önceki hayat seviyesi arasında bir nisbet tayin etmek mümkün değildir. Yeryüzünde ve Kâinatta- mevcut bir dengenin bulunduğunda şüphe yoktur. Nasıl ki yeryüzünde yaşayan mahlûkatın bütün nevilerinin fertlerindeki sayıda bir sınır ve denge mevcuttur. Mesela nebattan ?Sismbrium Sophia? adında bir bitki vardır ki, onun ağaçlarından birinde 750.000 tohum olmasına rağmen yeryüzünü işgal etmediği gibi, balıklardan ?Star Fish? ismindeki bir balık türü de 200.000.000 civarında yumurÂta yaptığı halde denizler balıklar tarafından işgal edilmemiş ve nizam bozulmamıştır. Elbette insanoğlunun da bu nizam dışında kalmayacağı bir gerçektir. Nitekim bir erÂkeğin cinsi münasebet esnasında akıttığı suÂda 300 veya 400? milyon sperm bulunduğu halde, insanların birer birer çoğaldığını göÂrüyoruz. Diğer taraftan hızlı nüfus artışıÂna mukabil aynı nisbette ölümlerin dolayısıyla ölüm sebeplerinin artması yine denge? den haber veriyor. Çünkü zelzele, tufan, trafik kazaları gibi âfetlerin önüne geçilemediği gibi yeni icad edilen silahların veya bir nükleer facianın insan neslini azaltacaÂğı da muhtemeldir.
Zamanımız insanını ise, artan nüfusun meydana getireceği mesken ve beslenme meselelerinin yanında, enerji yetmezliği ve çevre kirlenmesi gibi hususlar da meşgul etmektedir. Daha evvelki sayılarda enerji kifayetsizliği ile çevre kirlenmesi hususlarıÂna yer verilmişti. Bu yazımızda artan nüÂfusun iktisat üzerindeki tesirlerinden dolaÂyı, doğum kontrolüne lüzum bulunup buÂlunmadığı hususların üzerinde durulacaktır. İlk olarak doğum kontrolü, Avrupa?da ve 18. asrın sonlarına doğru başlamıştır. Meşhur İngiliz iktisatçısı Malthus insanları doğum kontrolüne davet etmiştir. Malthus?dan sonra Fransa?da Francis Place, insan arÂtışına bir sınır koymanın zaruri olduğunu ortaya atmıştır 1833 yıllarında da AmeriÂka?da tabib Charles Knororton aynî fikirleri destekleyerek insanların büyük bir tehlikenin eşiğinde olduğunu ileri sürerek dikkati çekmiştir. Bu ilim adamları, nüfus artışına bir sıÂnır koymanın çok zaruri olduğunu ifade ederlerken, nüfus artışının ?geometrik diÂzi? şeklinde (2.4.8.16.32.64) olduğuÂnu, buna karşılık rızık vasıtalarının ?aritmetik dizi? (1.2.3.4.5.6,) şeklinde arttığını ileri sürmüşlerdir. Bu hesaplamalaÂra göre nüfus artışı hiç bir engele maruz kalmaksızın ilerlemeye devam ederse, 25 sene sonra 2 misli artacaktır. Yani bir asır sonra rızık vasıtaları 9 katma çıkabildiği halde, nüfus 256 katına ulaşacakdır. MezÂkûr şahıslar bu hesaplamalara dayanarak, bin sene sonra nüfus ile besin kaynakları arasında hiç bir nisbet kalmayacağına hükÂmetmişlerdir. Şurası bir gerçektir ki; tarihin hiçbir devrinde insan nesli Malthus?un ve Francis Place?nin ifade ettikleri gibi geometrik dizî şeklinde kat kat artmamıştır. Buna göre de nüfus artışı ile rızık vasıtaları arasında bir nispetsizlik vuku bulmamıştır. Nitekim Milâdi takvim yılı başlangıcında 200 milÂyon civarında olan dünya nüfusu, 1300 yılÂlarında 500 milyon, 1800 yıllarında 1 milÂyar, 1950 yılında 3 milyara çıkmış ve 1980 yılında da 4,5 milyara ulaşmıştır. Bu durumda nüfusun artışı kat kat olmamakÂtadır ve olması da mümkün değildir. ÇünÂkü insanlık, doğuma müdahale etmeye çaÂlışsa bile, ölüme müdahale edememektedir. Yukarıda nüfus artışının kat kat olmaÂdığını ve olamayacağını ifade ettikten sonra rızk vasıtalarının da aritmetik dizi şekÂlinde olmadığını görelim. Nasıl eski insanÂların geçim kaynakları ve rızık vasıtaları su, toprak, taş, bitkiler ve hayvanlar ise; bu gün çeşitli geçim kaynakları ve mebzul rızık vasıtaları mevcuttur. Bu günkü hayat seviyeleri ile eski insanların hayat seviyeÂleri arasındaki fark, artan nüfusun teessüÂre gerek bulunmadığını gösterir. Çünkü insan, nesli çoğaldıkça hayatını muhafaza etmek için gücünü sarf edip yeni rızık kayÂnakları aramış ve yeni geçim vasıtaları keşfetmiştir. Nitekim bu günkü insanların imkânları ile eski insanların imkânları muÂkayese edildiği zaman, artan nüfusun geçim sıkıntısına sebep olmadığını gösterir. Böyle uluorta düşünceler, zamanlardaki ilmin istikbalde ne gibi yenilikler ve imkânÂlar sağlayacağını idrak edemeyen kimselerÂdir. Belki aldandıkları nokta; artan nüfusta sadece tüketici ağızların çoğalacağı dikkate alırken bunun yanında iş yapan ellerinde çoğalacağını nazara almamalarıdır. İktisat ilmine göre, istihsalin üç unÂsuru vardır: tabiat, sermaye ve insan?dır. İnsan, bu unsurların en büyüğü ve en önemlisidir. Nüfus artışına mâni olmak isteyenÂler, insanın bu istihsaldeki yerini dikkate almadan yalnızca istihlak (tüketici) edici nazarla bakmaktadırlar. Hâlbuki insanoğluÂnun yeryüzündeki ilerlemeleri ve hayat seÂviyelerinin yükseltilmesi hususundaki muÂvaffakiyetleri; artan nüfusun zaruri ihtiyaçÂlarını temin maksadından ileri gelmiştir. Nüfus artışı ayni zamanda insanları çalışÂmaya sevk edici büyük bir amil olmuştur. Nitekim lüzumlu ve zarurî ihtiyaçlar insanı her yeni gür artışı sebebiyle gıda, mesken, yiyecek, içecek gibi maddelerin temini için yeni keşifler yapmaya zorlamıştır. Bunun için ziraattan azamî istifade cihetine giden insanoğlu mesailerini rızık için denizlerin derinliklerin ve feza boşluğuna sarfederek yeni kaynaklar aramaktadır. Şayet nüfusta artma olmasaydı, insanlar mevcut olanlarla iktifa edecekler, tembellik ve uyuşukluktan başka bir kazançları olmayacaktı. Umumi yönden dünya nüfusuna dikkat edilecek olursa, insan neslinin sür?atle artÂması karşısında, yeryüzündeki rızık vasıtaÂlarının da o nisbette arttığı görülecektir. Hatta diyebiliriz ki, kaynakların artışı nüÂfus artışından çok daha fazla olmaktadır. Çünkü bu günkü orta tabakadaki fertlerin hayat seviyeleri ile imkânları iki yüzyıl önÂceki zenginlerin hayat seviyelerinden daha iyidir. Yani bugünkü hayat seviyesi ile eski insanların hayat seviyeleri arasında bir nisbet yapmak mümkün değildir. Yani bu günÂkü hayat seviyesi ile ikiyiz yıl önceki hayat seviyesi arasında bir nisbet tayin etmek mümkün değildir. Yeryüzünde ve Kâinatta- mevcut bir dengenin bulunduğunda şüphe yoktur. Nasıl ki yeryüzünde yaşayan mahlûkatın bütün nevilerinin fertlerindeki sayıda bir sınır ve denge mevcuttur. Mesela nebattan ?Sismbrium Sophia? adında bir bitki vardır ki, onun ağaçlarından birinde 750.000 tohum olmasına rağmen yeryüzünü işgal etmediği gibi, balıklardan ?Star Fish? ismindeki bir balık türü de 200.000.000 civarında yumurÂta yaptığı halde denizler balıklar tarafından işgal edilmemiş ve nizam bozulmamıştır. Elbette insanoğlunun da bu nizam dışında kalmayacağı bir gerçektir. Nitekim bir erÂkeğin cinsi münasebet esnasında akıttığı suÂda 300 veya 400? milyon sperm bulunduğu halde, insanların birer birer çoğaldığını göÂrüyoruz. Diğer taraftan hızlı nüfus artışıÂna mukabil aynı nisbette ölümlerin dolayısıyla ölüm sebeplerinin artması yine denge? den haber veriyor. Çünkü zelzele, tufan, trafik kazaları gibi âfetlerin önüne geçilemediği gibi yeni icad edilen silahların veya bir nükleer facianın insan neslini azaltacaÂğı da muhtemeldir.